T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu
2018/95 E., 2019/207 K.
“İçtihat Metni”
Sanık … hakkında kasten yaralama suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesince 11.03.2008 tarih ve 122-239 sayı ile sanığın eyleminin olası kastla nitelikli yaralama suçunu oluşturduğu kabul edilerek TCK’nın 86/1, 87/1-d-son, 21/2, 29/1 ve 62. maddeleri uyarınca 11 ay 7 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve CMK’nın 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, sanığın 5 yıllık denetim süresine tabi tutulmasına karar verilmiş, bu karar itiraz edilmeksizin 19.03.2008 tarihinde kesinleşmiştir.
Sanığın 17.01.2010 tarihinde işlediği hakaret suçundan Adana (Kapatılan) 3. Sulh Ceza Mahkemesince 16.06.2011 tarih ve 846-1857 sayı ile kesin nitelikte 1.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilerek 5 yıllık denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlediği gerekçesiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen dosya için Mahkemesine ihbarda bulunulmuştur.
Bu ihbar üzerine, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını ele alan Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesince 19.04.2012 tarih ve 276-690 sayı ile hükmün açıklanmasına karar verilerek sanığın TCK’nın 86/1, 87/1-d-son, 21/2, 29/1, 62, 51 ve 53. maddeleri uyarınca 11 ay 7 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, ertelemeye ve hak yoksunluğuna hükmolunmuş, hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 05.12.2016 tarih ve 7887-19969 sayı ile;
“…Yerinde görülmeyen diğer itirazların reddine, ancak;
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda subjektif sorumluluk esası kabul edilmiş olup, ‘netice sebebiyle ağırlaşmış suç’ başlıklı TCK’nın 23. maddesinde bu durum ‘bir fiilin kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi hâlinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir’ şeklinde açıklanmıştır.
Failin, kastedilenden daha ağır ve başka bir neticenin gerçekleşebileceğini öngördüğü, buna rağmen eylemine devam ederek sonlandırdığı durumda, olası kastla hareket ettiğini kabul ederek gerçekleşen ağır ve başka sonuçtan dolayı doğrudan sorumluluğu cihetine gidilecektir. Ancak böyle bir kastın bulunmadığı, kast-taksir kombinasyonunun bulunduğu, temel suç tipinin kasıtlı, ağır ve başka neticenin ise taksirli olduğu durumda failin sorumluluğunu belirleyebilmek açısından, kasten işlenen temel suç ile ağır netice arasında öncelikle illiyet bağının varlığı aranacaktır. Nedensellik bağı meydana gelen netice açısından varlığı zorunlu ise de tek başına yeterli olmayıp neticenin ayrıca faile yüklenip yüklenmeyeceği değerlendirilmelidir. Bu kapsamda ağır neticenin objektif olarak faile yüklenebilir olması için, bu ağır ve başka neticenin temel suç tipinin işlenmesine bağlı, ona bitişik, ona özgü olan özel tehlikenin gerçekleşmesi ve doğrudan sonucu olması hâlinde mümkündür. Örneğin göze yapılan darbe sonucu görme kaybına neden olunması hâlinde failin görme kaybının gerçekleşebileceğini öngördüğü kabul edilerek gerçekleşen ağır sonuçtan sorumlu tutulacaktır. Ancak failin gerçekleşen ağır ve başka netice bakımından olası kastı olmamakla birlikte, bu ağır ve başka neticenin gerçekleşebileceğini öngörebildiği hâlde, failin bu netice bakımından sorumlu tutulabilmesi için en azından taksiri aranacaktır. Taksirle sorumluluk bakımından neticenin objektif olarak öngörülebilir olması yeterlidir.
Genel nitelikteki bu açıklamalardan sonra somut olayımızı ele alacak olursak; müşteki … ile sanık … arasında çarpışma iddiasıyla çıkan tartışmada, sanığın müştekiye yumrukla vurduğu, müştekinin kısa bir süre sonra göğüs ağrısı şikâyetiyle acil servise başvurduğu, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalının 14.07.2005 tarihli EKG’de akut anteroseptal miyokart enfarktüsü olduğunun bildirildiği, müştekinin bu olaydaki yaralanması nedeniyle vücudunda travmatik lezyona rastlanmadığının belirtildiği, sonrasında Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesi tarafından tanzim olunan 30.11.2005 tarihli raporda ise ‘olay öncesinde kişide kronik kalp damar hastalığının bulunduğu, kişinin olay günü maruz kaldığı olayın efor ve stresiyle kendinde mevcut kronik kalp damar hastalığının akut hâle geçerek miyokart enfarktüsü geçirmesine neden olduğu, dolayısı ile olayla miyokart enfarktüsü arasında illiyet bağı bulunduğu’ açıklanmış olup Mahkemece Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesinin raporunda belirtilen illiyet bağı sanığın gerçekleşen ağır ve başka sonuçtan sorumlu tutulması için yeterli kabul edilerek TCK’nın 87/1-d maddesinden cezalandırılması yoluna gidilmiştir.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olayı değerlendirecek olursak; olay günü sanığın müştekiye eliyle kasten vurup harici lezyon bırakmayacak ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde TCK’nın 86/2. maddesi kapsamında yaralaması sonucunda gerçekleşen ağır ve başka netice (miyokart enfarktüsü / kalp krizi sonucu yaşamın tehlikeye girmesi) bakımından olası kastla hareket ettiğinden söz etmenin mümkün bulunmadığı, ancak müştekinin yaşı da gözetildiğinde kalp krizi geçirebileceğinin objektif olarak öngörebildiği hâlde sanığın dikkat ve özen yükümlülüğüne uymayarak eliyle kasten vurması sonucu buna bağlı, buna özgü ve beklenen bir tehlikenin değil çok daha farklı gerçekleşen ağır ve başka sonuç doğuran bu olayla ilgili olarak en azından taksirle hareket ettiği kabul edilerek, müştekideki kalp rahatsızlığının önceden sanık tarafından bilinip bilinmediği araştırılıp bilmediğinin anlaşılması durumunda sanığın basit taksirle yaralama suçundan TCK’nın 89/1-2. maddesiyle, bilmesi hâlinde bilinçli taksirle yaralamadan TCK’nın 89/1-2, 22/3. maddeleriyle cezalandırılması cihetine gidilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hüküm tesisi,
Kabule göre de;
5237 sayılı TCK’nın 53/4. maddesine göre ‘kısa süreli hapis cezası ertelenen sanık hakkında TCK’nın 53/1. maddesindeki hak yoksunluklarının uygulanamayacağının’ gözetilmemesi,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise 02.05.2017 tarih ve 33-394 sayı ile;
“…Mağdur/sanık …’ın doktor olan ablası …..ın olay gününden bir gün önce mağdur/sanık … ile tartıştıkları ve bu tartışmayı bir vesile ile öğrenen mağdur/sanık …’ın yanında mağdur/sanık Rüstem Şahin de olduğu hâlde olay günü İbni Sina Hastanesine giderek doktor …’ı sordukları ve kendisiyle görüşemedikleri, saat 17.00 sıralarında İbni Sina Hastanesi merdivenlerinde doktor … ile karşılaştıkları kendisine çarpmak suretiyle olayı başlattıkları, sanık …’ın sopa ile …’a vurduğu daha sonra mağdur/sanık …’ın elinden sopayı alarak her iki sanığa vurmaya başladığı, görevlilerin gelmesi üzerine mağdur/sanıklar Güneş ve Rüstem’in kaçarak laboratuvara sığındıkları, mağdur/sanık …’ın kalp rahatsızlığı olması nedeniyle olay yerinde kalp krizi geçirerek yaşamını tehlikeye sokacak ve diğer iki mağdur/sanığın da basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralandığı, diğer şikâyetçi/sanıkların da şikâyetçi/sanık …’ın darbına maruz kalarak basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığı, mağdur/sanık … hakkında şikâyetçi/sanık …’a yönelik kasten etkili eylem suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılamasında gerek hazırlık ve gerekse mahkeme aşamasında toplanan deliller itibarıyla sanık …’ın şikâyetçi/sanık …’ı kasten basit nitelikte olacak şekilde yaralamakla birlikte mağdurda olayın etkisiyle oluşan miyokart enfarktüsü gerçekleştiği, eylemle gerçekleşen miyokart enfarktüsü arasında illiyet bağı bulunduğunun Adli Tıpça tespit edildiği, sanığın eylem aşamasında mağdur/sanık …’deki kalp rahatsızlığını bilmese dahi ona yönelik kasten darp eylemi neticesi kalp krizinin ortaya çıkarak hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandığı, bu durumda tüm safahatta toplanan delillere göre sanığın eylemini kasten gerçekleştirdiği dikkate alındığında eylemin taksirle yaralama suçu olarak kabul edilmesinin mümkün olamayacağı,” gerekçesiyle bozma kararına direnerek sanığın önceki hüküm gibi cezalandırılmasına karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de sanık ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 04.11.2017 tarihli ve 51018 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile dosya, 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesiyle değişik CMK’nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 3. Ceza Dairesince 17.01.2018 tarih ve 19897-339 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık Rüstem Şahin hakkında katılan …’a yönelik kasten yaralama suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin karar itiraz edilmeksizin, sanık … hakkında Rüstem Şahin ve …’a yönelik kasten yaralama suçundan verilen ceza verilmesine yer olmadığına dair kararlar ise temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup direnme kararının kapsamına göre inceleme sanık … hakkında katılan …’a yönelik olası kastla yaralama suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanığın eylemini olası kastla mı yoksa taksirle mi işlediğinin,
2- Olası kastla işlediğinin kabulü hâlinde; kısa süreli hapis cezası ertelenen sanık hakkında TCK’nın 53. maddesinin uygulanmasında isabet bulunup bulunmadığının,
3- Taksirle işlediğinin kabulü hâlinde;
a) Bilinçli taksir koşullarının oluşup oluşmadığının,
b) Katılandan kaynaklanan haksız davranış bulunup bulunmadığının, haksız davranış bulunduğu sonucuna ulaşılması durumunda, sanık hakkında TCK’nın 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik hükmünün uygulanıp uygulanamayacağının,
Belirlenmesine ilişkin ise de uyuşmazlık konularının görüşülmesi sırasında bir kısım Ceza Genel Kurulu Üyeleri tarafından talep edilmesi üzerine Ceza Genel Kurulu Başkanı tarafından uyuşmazlık, sanığın eyleminin kamu görevlisini silahla basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde kasten yaralama suçunu mu yoksa taksirle nitelikli yaralama suçunu mu oluşturduğu şeklinde yeniden belirlenmiş olup uyuşmazlık konuları bu doğrultuda değerlendirilmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
Olay tutanağı başlıklı 14.07.2005 tarihli belgede; olay günü saat 17.40 sıralarında İbni Sina Hastanesinde yaralama olayının meydana geldiğine ilişkin polis telsizinde yapılan anons üzerine olay yerine gidildiği, olaya karışan sanık … ile inceleme dışı sanık Rüstem Şahin’in İbni Sina Hastanesinde görevli doktor …’ı darbettikleri bilgisinin alındığı, sanık … ile Rüstem’in ifadelerinin tespit edilmesi maksadıyla karakola götürüldükleri bilgisine yer verildiği,
Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunca katılan … hakkında düzenlenen 30.11.2005 tarihli raporda; katılan hakkındaki tüm evrak irdelendikten sonra, katılanın vücudunda travmatik lezyon tanımlanmadığı, olayın efor ve stresinin kendisinde bulunan kalp-damar hastalığını aktive ederek katılanın kalp krizi geçirmesine neden olduğu, kasten yaralama olduğunun adli makamlarca kabulü ve sübutu hâlinde, olay ile kişide saptanan kalp krizi arasında illiyet bağı bulunduğu cihetle, arızasının kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olduğu, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, kişide bulunan kalp-damar hastalığının kalp krizi geçirmesinde kolaylaştırıcı bir neden olarak rol oynadığı tespitlerine yer verildiği,
Sanık müdafisi tarafından alınarak dosyaya sunulan 11.01.2008 tarihli özel bilirkişi mütalaasında; katılana fiziksel darp uygulandığına dair bir bulgudan bahsedilemeyeceği kanaatinde olunduğunun ifade edildiği,
Sanık … hakkında Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen 14.07.2005 tarihli raporda; sanığın sağ omuz arka yüzde 2×5 cm boyutlarında çift sıralı ray şeklinde ekimoz, sağ kol iç yüzde 3 cm uzunluğunda çizik bulunduğu, mevcut yaralanmanın basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğunun belirtildiği,
İnceleme dışı sanık Rüstem Şahin hakkında düzenlenen aynı tarihli raporda ise; şahsın vücudunda herhangi bir travmatik lezyon saptanmadığı tespitine yer verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan … Kardiyoloji Yoğun Bakım Ünitesinde kolluk tarafından tespit edilen beyanında; İbni Sina Hastanesi Endokrinoloji Bölümünde Uzman Doktor olarak görev yaptığını, olay gününden bir gün evvel sanık …’in kardeşi Yeşim’in bir konuyu sormak için Endokrinoloji Servisine geldiğini, bu kişiyi doktorların girdiği değil diğer bölümden içeri alınmak üzere dışarı çıkardığını, düşüncesine göre bu olay nedeniyle sanık ve yanındaki şahsın olay günü öğle saatlerinde Hastaneye gelerek kendisini sorduklarını, toplantıda olduğunu ancak gün içinde sanık ve yanındaki kişiyi bir iki kez Hastanede gördüğünü, saat 17.45 sıralarında kantine gidip çalıştığı servise döndüğü sırada sanık ve yanındaki şahsın koridorda kendisini sıkıştırarak darbetmeye başladıklarını, olayı gören kantin çalışanlarının müdahale ederek kavgayı ayırdıklarını, daha önceden kalp rahatsızlığı bulunduğunu, darbedildiği sırada da spazm geçirdiğini,
Cumhuriyet Başsavcılığında; kendisine ilk olarak sanık … ile yanındaki Rüstem’in vurduğunu, kavgayı başlatanların onlar olduğunu, korunmak maksadıyla kendisinin de bu şahıslara vurduğunu, şikâyetçi olup uzlaşmayı kabul etmediğini,
24.04.2007 tarihinde Mahkemede; olaydan bir gün önce sanık …’in ablasının bir işi için kendisinin sorumlu olduğu polikliniğe gelip personelle tartışmaya başladığını, kendisinin ise bu sırada hasta muayene ettiğini, dışarı çıkıp sanığın ablasını personelle tartışmaması hususunda uyardığını, bu sırada bir başka doktorun daha gelerek “Bize bu şekilde bağıramazsın” şeklinde sözler söylediklerini, kendisinin de Bölümün sorumlusu olduğunu, istedikleri şekilde hareket edemeyeceklerini ifade ettiğini, sanığın ablasının bunun üzerine kendisi hakkında Dekanlığa yazılı şikâyette bulunduğunu, olay günü de sanık ve Rüstem’in merdivenlerden indiği sırada arkasından vurmaya başladıklarını, saatinin yere düşerek kırıldığını, elindeki kola şişesinin de yere düştüğünü, sanığın elinde sopa bulunduğunu, bu sopayla kendisine vurmaya başladığını, bağırması üzerine kantin çalışanlarının geldiklerini, sanık ve Rüstem’in kaçtıklarını, kendisini savunmak maksadıyla sanık ve yanındaki Rüstem’e vurmuş olabileceğini,
17.04.2017 tarihinde istinabe olunan Mahkemede; olay tarihi öncesinde kronik kalp rahatsızlığıyla ilgili hiç tedavi görmediğini, yaşanan bu olay nedeniyle kalp krizi geçirdiğini,
Tanık Hüseyin Uçan Cumhuriyet Başsavcılığında ve Mahkemede; İbni Sina Hastanesi Endokrinoloji Polikliniğinde sekreter olduğunu, olay tarihinde 10.30-12.00 saatleri arasında iki kişinin gelerek katılanı sorduklarını, katılanın toplantıda olduğunu söyleyince “Kaçta çıkacağını, akşam saat kaça kadar Hastanede bulunacağını” sorduklarını, şahıslara katılanın saat 17.00’ye kadar Hastanede bulunacağını ifade ettiğini, şahısların da “Tamam” diyerek ayrıldıklarını, aynı gün saat 17.45 sıralarında bağrışma sesleri duyunca sabah katılanı soran şahısları katılanla tartışırlarken gördüğünü, kavgayı görmediğini, katılanı sakinleştirdiğini,
Tanık …. Kollukta; İbni Sina Hastanesinde bulunan 01 Cafe isimli iş yerinde servis elemanı olarak çalıştığını, olay günü saat 17.45 sıralarında daha önceden tanıdığı katılanın “Siz kim oluyorsunuz, bana vuruyorsunuz” şeklindeki sözlerini ve bağrışmayı duyunca koşarak olay yerine gittiğini, ismini sonradan öğrendiği sanık …’ın elindeki alüminyum paspas sapını katılana doğru salladığını ancak paspasın katılana değip değmediğini görmediğini, 10-12 kadar çalışma arkadaşının da olay yerine gelmesi üzerine sanık ve yanındaki Rüstem’in paniğe kapıldıklarını, bu sırada katılanın paspas sapını eline geçirerek bu şahıslara salladığını, sanık ve Rüstem kaçmaya başlayınca katılanla birlikte bu kişileri kovaladıklarını, katılana vurulduğunu görmediğini,
Tanık…… Kollukta; İbni Sina Hastanesinde bulunan 01 Cafe isimli iş yerinde servis elemanı olarak çalıştığını, olay sırasında sanığın katılana paspas sopası ile vurduğunu, Rüstem’in katılana vurduğunu ise görmediğini,
Tanık Yeşim Oymak Mahkemede; sanığın ablası olduğunu, İzmir Behçet Uz Çocuk Hastanesinde doktor olarak görev yaptığını, katılanı tanımadığını, olaydan önce annesinin hastalığı ile ilgili olarak bilgi almak için İbni Sina Hastanesindeki asistan arkadaşlarının yanına gittiğini, görüşme sırasında arkadaşlarının uzman hekim olan katılanla görüşmesini salık verdiklerini, katılanın ise bağırarak kendisinden dışarı çıkmasını istediğini, meramını anlatıp katılandan bilgi isteyince, katılanın bu şekilde cevap veremeyeceğini, randevu alması gerektiğini söylediğini, katılanın kibar olmadığını, biraz agresif olduğunu, katılanla yaşadığı bu olayı kardeşi olan sanığa anlatmadığını, olayın tesadüfen meydana geldiğini,
Hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin karar kesinleşen inceleme dışı sanık Rüstem Şahin aşamalarda benzer şekilde; askerden yeni geldiği için henüz iş bulamadığını, olay günü gittiği GİMAT’ta arkadaşı olan sanık … ile karşılaştığını, sanığın İbni Sina Hastanesine staj başvurusu yapacağını söylemesi üzerine saat 17.00 sıralarında İbni Sina Hastanesine gittiklerini, su almak için Hastane kantinine indikleri sırada, düşme sesi duyduğunu, arkasına döndüğünde sanık …’i katılanla tartışırken gördüğünü, sanıkla katılanın birbirlerini iteklediklerini, katılanın sanığı hırpalaması üzerine ayırmak için müdahale ettiğini, bu sırada katılanın eline geçirdiği paspas sopası ile sanığa vurduğunu, etrafta bulunanları kışkırtan katılana müdahale ettiği esnada paspas sopasının kendi eline de değdiğini, sanıkla beraber korkarak yukarı kaçtıklarını, doktorların bulunduğu bir odaya sığındıklarını, 155 Polis İmdat Hattını aradığını,
İfade etmişlerdir.
Sanık … Kollukta; Gazi Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümünde öğrenci olduğunu, olay günü staj başvurusu yapmak için saat 17.00 sıralarında İbni Sina Hastanesine gittiğini, yanında arkadaşı Rüstem Şahin’in bulunduğunu, kantine giderken merdivenlerde katılan ile çarpıştığını, katılanın kendisine “Önüne baksana lan” demesi üzerine kendisinin de katılana “Sen önüne bak, sen bana çarptın” dediğini, katılanın sinirlenerek üzerine yürüyüp kendisine tokat attığını, Rüstem’in ayırmaya çalıştığı esnada katılanın küfretmeye başladığını ve etraftakileri çağırarak başlarına topladığını, katılanın eline geçirdiği paspas sopasıyla kendisine vurmaya başlaması üzerine ve etrafta toplanan kalabalıktan korkarak olay yerinden Rüstem’le kaçmaya çalıştıklarını, katılanın yanı sıra toplanan kalabalıktaki kişilerin de kendilerine hakaret edip vurmaya başladıklarını, bunun üzerine Rüstem’le bir odaya sığındıklarını, 155 Polis İmdat Hattını arayarak yardım istediklerini, odada da tartaklandıklarını, katılanın kendilerine tekrar saldırmaya çalıştığını ancak Hastane güvenlik görevlilerinin katılanı tuttuklarını, suçlamayı kabul etmediğini, olay günü saat 10.30-12.00 arasında sınava girdiğini, 12.00 sıralarında sınavdan çıkıp GİMAT’a gittiğini, orada arkadaşı Rüstem Şahin ile karşılaştığını, katılana sopa ile vurmadığını, kendisini korumak için eli ile katılanı itelediğini,
Cumhuriyet Başsavcılığında; katılanı dövmediğini aksine katılanın kendisini dövdüğünü, katılan hakkındaki raporların katılanın çalıştığı Hastane tarafından düzenlendiğini, bu rapor içeriklerini kabul etmediğini,
Mahkemede; staj başvurusu için gittiği Hastanede merdivenlerden inerken yukarı çıkmakta olan katılanın kendisine çarptığını, katılanın “Neden çarptın” diye sorması üzerine “Siz de çarptınız” diye cevap verdiğini, katılanın etraftakileri çağırarak, kendisine yumrukla ve paspas süpürgesiyle vurduğunu, laboratuvara sığındığını, kimseye vurmadığını,
Savunmuştur.
Uyuşmazlık konularında isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından, ilgili yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
5237 sayılı TCK’nın “Kast” başlıklı 21. maddesi;
“(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir” şeklinde düzenlenerek, maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast tanımlanmıştır.
Buna göre, doğrudan kast; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup, kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi hâlinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, buna karşın işlemiş olduğu fiilin muhtemel bazı neticeleri meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi hâlinde olası kast söz konusu olacaktır.
Olası kast ile doğrudan kast arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bir kısım neticeleri de doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir.
Olası kastı doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp, muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda muhakkak değil ama, büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve “olursa olsun” düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için herhangi bir çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan bir sonucun gerçekleşmesine neden olacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin meydana gelmesi fail tarafından kabul edilmektedir.
5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde “kanunda tanımlanmış haksızlık” olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK’nın 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır.
Taksirli suçlarda, gerek icrai, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi hâlinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde mağdurun taksirli davranışının da etkisinin olması hâlinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum, failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. Türk Ceza Kanunu’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hâl ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.
Türk Ceza Kanunu’nda taksir; “basit” ve “bilinçli” taksir olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanmış, bu hâlde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırdedici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir hâlinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hâli, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hâli ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Türk Ceza Kanunu’nun 21. maddesinin ikinci fıkrasında; “kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi” şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kast ile aynı Kanun’un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; “kişinin, öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği “kabullenme” ölçüsünü aynı maddenin gerekçesinde; “olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir” şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.
Kast, olası kast, bilinçli taksir ve taksir arasındaki ilişkiyi kısaca özetlemek gerekirse; gerçekleşmesi muhakkak görünen neticenin failce bilinmesi ve istenmesi hâlinde doğrudan kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen neticenin meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir, öngörülebilir neticenin özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmiş olması nedeniyle öngörülmediği hâllerde ise basit taksir söz konusu olacaktır.
Uyuşmazlık konusuyla ilgili tartışılması gereken kasten yaralama suçu ise TCK’nın 86. maddesinde;
“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silâhla,
İşlenmesi hâlinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır” şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında kasten yaralama suçunun tanımı yapılarak, kasten yaralamanın temel şekli düzenlenmiş, kişinin vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan her davranış, yaralama olarak kabul edilmiş, madde gerekçesinde bu husus açıkça vurgulanmıştır. Kasten yaralama fiilinin, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde olması hâli ise ikinci fıkrada düzenlenmiş olup bu durumda birinci fıkradaki hapis cezasından daha az süreli bir hapis cezası ya da seçimlik olarak adli para cezası suçun yaptırımı olarak öngörülmüştür.
Kasten yaralama suçunda korunan hukuki yarar, kişinin vücut dokunulmazlığı ve beden bütünlüğüdür. Suçun konusu, mağdurun acı verilen veya bozulan bedeni veya ruhsal varlığıdır. Failin yaptığı hareket sonucu, maddede belirtilen sonuçlardan biri meydana gelirse, kasten yaralama suçunun oluşacağında tereddüt bulunmayıp, bu sonucu doğurmaya elverişli olan tüm hareketlerle, kasten yaralama suçunun işlenmesi mümkündür.
Maddenin 3. fıkrasının (c) bendinde kasten yaralama suçunun kamu görevlisine karşı, görevini yerine getirmesi nedeniyle işlenmesi durumu nitelikli hâl olarak düzenlenmiştir. Bu nitelikli hâlin öngörülmesinin sebebi kamu görevlilerinin görevlerini kendileri için değil toplum için yerine getirdiklerinden bu görevlerin emniyet içinde ifa edilmesinin sağlanmasıdır.
Burada önemli olan, suçun kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle işlenmesidir. Suçun kamu görevi yaptığı sırada işlenmesi şart değildir. Mesai bitimi, kamu görevlisinin izinde olması, hatta kamu görevinden istifa, emeklilik vs nedenlerle ayrılmış olduğu durumlarda dahi işlense, kamu görevlisinin görevi sebebiyle yaralandığı durumlarda bu nitelikli hâl uygulanacaktır. Bir kimsenin görevi sebebi dışında, kişisel nedenlerle, görevi sırasında yaralanması hâlinde bu nitelikli hâl uygulanamayacaktır. (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 3. cilt, Ankara, 2014, s. 2963.)
Diğer bir nitelikli hâl maddenin 3. fıkrasının (e) bendinde kasten yaralama suçunun silahla işlenmesi olarak düzenlenmiştir. Suçun silahla işlenmiş olmasının nitelikli hâl sayılmasının altında yatan düşünce, söz konusu aracın mağdurun yaşamı, vücut bütünlüğü ve özgürlüğü bakımından ortaya çıkardığı potansiyel tehlikedir. Suçun silahla işlenmesinin nitelikli hâl sayılması, silahın suçun işlenmesini kolaylaştırdığı ve mağdur üzerindeki korkunun etkisini artırdığı düşüncesine dayanmaktadır. (Durmuş Tezcan, Mustafa Ruhan Erdem, R. Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Seçkin Yayınevi, 15. Baskı, Ankara 2017, s. 232.)
“Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” başlıklı 87. maddesi ise;
“(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Konuşmasında sürekli zorluğa,
c) Yüzünde sabit ize,
d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hâllerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hâllerde beş yıldan az olamaz.
(2) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, iki kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hâllerde beş yıldan, üçüncü fıkraya giren hâllerde sekiz yıldan az olamaz.
(3) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması halinde, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, yarısına kadar artırılır.
(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hâllerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hâllerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” biçiminde düzenlenmiştir.
Bu maddede neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama fiilleri yaptırıma bağlanmış olup birinci fıkrada bir kat, ikinci fıkrada iki kat artırımı gerektiren hâller gösterilmiş, üçüncü fıkrada yaralanmanın vücutta kemik kırılmasına ya da çıkığına neden olması hâlinde yapılacak artırım, dördüncü fıkrada ise kasten yaralama sonucu ölüm meydana gelmesi halinde uygulanacak yaptırım hükme bağlanmıştır. Ancak kanun koyucu birinci ve ikinci fıkralarda, 86. maddeye göre hükmolunan cezanın bir ve iki kat artırılması esasını kabul etmesine karşın bununla yetinmemiş, her iki fıkranın son cümlelerinde, artırım sonucu hükmolunabilecek cezaların belirli bir miktardan aşağı olamayacağı esasını da kabul etmiştir.
Burada gözden kaçırılmaması gereken husus, 87. maddenin bir, iki, üç ve dördüncü fıkralarındaki nitelikli hâllerin uygulanabilmesi açısından kasten yaralama fiilinin TCK’nın 86. maddesinin birinci kapsamında kalmasının veya 86. maddenin birinci fıkrası kapsamındaki kasten yaralama fiilinin üçüncü fıkra da ihlal edilmek suretiyle gerçekleştirilmesinin gerekmesidir. Buna bağlı olarak TCK’nın 86. maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki kişi üzerindeki etkisi basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olan kasten yaralama fiillerinden dolayı bu fiil aynı maddenin üçüncü fıkrası ihlâl edilmek suretiyle işlense dahi 87. maddenin bir, iki, üç ya da ikinci fıkralarının uygulanma imkânı bulunmamaktadır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin uygulamaları da bu doğrultudadır.
Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçuna ilişkin uygulamanın ne şekilde olacağı hususunda öğretide de; “Kasten yaralamanın kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek derecede hafif olması hâlinde, bu derecedeki yaralamanın 87. maddedeki ağır sonuçlara yol açamayacağı kabul edilmiştir. Bu itibarla ancak 86. maddenin 1. fıkrasına uygun bir fiil sonucunda, 87. maddedeki ağır neticelere yol açmış olabilecektir. Böylelikle, kanunun öngördüğü sistemde, 87. maddede öngörülen ağır neticelere yol açan bir yaralamanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek bir yaralama olamayacağı kabul edilmiştir” ; “…87. maddenin 1. fıkrasındaki neticelerden birinin gerçekleşmesi durumunda, 86. maddeye (f 1-3) göre belirlenen ceza bir kat artırılacaktır. Ancak, verilecek ceza, ilk fıkraya giren hâllerde üç yıldan, 3. fıkraya giren hâllerde beş yıldan az olamayacaktır. Aynı şekilde, 87. maddenin 2. fıkrasındaki neticelerden birinin gerçekleşmesi hâlinde 86. maddeye göre (f 1-3) belirlenecek ceza, iki kat artırılacaktır. Ancak, verilecek ceza 1. fıkraya giren hâllerde beş yıldan, 3. fıkraya giren hâllerde sekiz yıldan az olamayacaktır.” (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, 4. Baskı, Adalet Yayınları, Ankara 2017, s. 180; 216.); “Nihayet, m. 87/1-2’deki nitelikli hâllerin m. 86/2 açısından uygulanamayacağına da dikkat edilmelidir” (Durmuş Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem-R.Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, 14. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara 2017, s. 237.); “Yaralama eylemi sonucu TCK’nın 87. maddesindeki neticesi sebebiyle ağırlaşmış sonuçlar gerçekleşirse, bu durumda TCK’nın 86/1. maddesi uyarınca temel ceza belirlenecek, eğer üçüncü fıkrada sayılan hususlardan birisi var ise bu fıkraya göre artırım yapılacak, daha sonra da 87. maddenin birinci fıkrasındaki yaralanmalar için bir kat, aynı maddenin ikinci fıkrasındaki yaralanmalar için ise iki kat artırılacaktır.” (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç,Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s. 3065.) şeklinde görüşler mevcuttur.
Öte yandan;
765 sayılı TCK’da objektif sorumluluk esasına dayanan düzenlemelere yer verilmiş iken, 5237 sayılı TCK’da objektif sorumluluk esası benimsenmemiştir. Suçu, “kanunda tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngören yeni suç teorisinde, bir hareketi yapan kişi, bu hareketin tüm sonuçlarından her şartta sorumlu tutulmamakta, bir başka anlatımla “kusursuz sorumluluk” terk edilmiş olmaktadır. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, s.161.)
765 sayılı TCK’daki objektif sorumluluk esasının yerine 5237 sayılı TCK’da haksızlığın bir gerçekleştirilme şekli olarak kast-taksir kombinasyonuna, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suçlara yer verilmiştir. Bu nedenle uyuşmazlığın çözümü için, 5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde, suçun manevi unsurları arasında gösterilen kast-taksir kombinasyonu, yani netice sebebiyle ağırlaşmış suç üzerinde durulmalıdır.
5237 sayılı TCK’nın “Netice sebebiyle ağırlaşmış suç” başlıklı 23. maddesi;
“(1) Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi hâlinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir” şeklindedir.
Buna göre; failin gerçekleştirdiği bir eylemde, kastettiğinden daha ağır veya başka bir sonucun meydana gelmesi hâlinde, sorumlu tutulabilmesi için, netice bakımından en azından taksirle hareket etmiş olmasının kabulü gerekmektedir. Fail, bu sonucun meydana gelmesinden taksirle bile sorumlu tutulamıyorsa, objektif sorumluluğun kaldırılmasının doğal bir sonucu olarak, sadece nedensellik bağının bulunuyor olması, neticeden sorumlu tutulması için yeterli olmayacaktır.
Öğretide, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçun, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ve görünüşte ya da gerçek olmayan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak iki farklı şeklinin bulunduğu kabul edilmektedir. Gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, failin hareketi sonucunda kastettiğinden daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla bağımsız bir suç tipi ortaya çıkmaktadır. Örneğin, yaralama suçunda mağdurun ölmesi, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hâlidir. Görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda ise, failin hareketi sonucunda suçun oluşması için aranan neticeden başka, niteliği de farklı olan daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla temel suç niteliği aynı kalmakla beraber yalnızca ceza ağırlaştırılmaktadır. Örneğin, cinsel saldırı suçunda mağdurun bitkisel hayata girmesi, görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hâlidir. (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, 5. Bası, İstanbul 2015, s.286 vd.; Mehmet Emin Artuk, Ahmet Gökcen, TCK Şerhi, Turhan Kitabevi, Ankara 2009, c.3, s. 2484 vd.)
5237 sayılı TCK’nın “Taksirle Yaralama” başlıklı 89. maddesi ise;
“(1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Vücudunda kemik kırılmasına,
c) Konuşmasında sürekli zorluğa,
d) Yüzünde sabit ize,
e) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
f) Gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır.
(3) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadının çocuğunun düşmesine,
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, bir kat artırılır.
(4) Fiilin birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması halinde, altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(5) Taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır. Ancak, birinci fıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun bilinçli taksirle işlenmesi halinde şikâyet aranmaz.” şeklinde hükümler içermektedir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi için “farklı neviden fikri içtima” kavramına da değinmekte fayda bulunmaktadır.
Farklı neviden fikri içtima 5237 sayılı Kanun’un 44. maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir.
Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilinin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı ceza verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.
Bu bağlamda, “tek fiil” veya “bir fiil”den ne anlaşılması gerektiğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir.
Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel eylem ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki anlamda hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Diğer bir anlatımla, doğal anlamda fiilin tek olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin tek olduğu söylenebilirse de, doğal anlamda fiilin çok olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin çok olduğu her zaman söylenemeyecektir. Bazen bir hareketler kümesi, hukuki açıdan tek bir fiil olarak kabul edilecektir. Bu hâlde suç tipinin birden fazla hareketle ihlal edilebilir olması hareketin hukuken tekliğini etkilemeyecek, doğal hareketler hukuken tek kabul edilecektir. Fikri içtimada da, fiil ya da hareketin tekliği, doğal anlamda değil hukuki anlamda tek olmayı ifade etmektedir. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuksal anlamdaki “tek bir fiili” oluşturmaktadır. Örneğin, failin mağdura birden fazla yumruk vurması suretiyle yaralaması durumunda, failin birden fazla hareketi olmasına rağmen kastı bir kişiyi yaralamaya yönelik olduğundan ortada tek fiil ve neticesi itibarıyla tek suç vardır. Nitekim öğretide de benzer nitelikte görüşler ileri sürülmüştür. (Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. Bası, Ankara, 2016, s.492 vd., Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. Bası, İstanbul, 2013, s. 462 vd., Mehmet Emin Artuk – Ahmet Gökçen – Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 7. Bası, Ankara, 2013, s.653 vb.)
5237 sayılı TCK’nın genel hükümleri arasında yer alan fikri içtima kuralları, şartlarının bulunması hâlinde kural olarak her suç için uygulanabilir ise de, kanun koyucunun açıkça istisna öngördüğü hâllerde bu kuralın uygulanması imkânı bulunmamaktadır. Nitekim, 5237 sayılı TCK’nın 212. maddesinde, sahte resmî veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacağı belirtilerek, açıkça farklı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanması engellenmiştir.
Bu anlatımlara göre, farklı neviden fikri içtimanın şartları, hareket ya da fiilin hukuki anlamda tek olması, tek fiille birden fazla farklı suçun işlenmiş olması, işlenen suçlarla ilgili kanunda açıkça fikri içtima hükümlerinin uygulanmasının engellenmemiş olması şeklinde belirlenebilecektir.
Görüldüğü gibi, kanuni istisnalar dışında, hukuki anlamda tek bir fiille birden fazla farklı suçun işlenmesi hâlinde, bu suçlardan en ağır cezayı gerektirenin cezasına hükmolunması kanun gereğidir.
Bu açıklamalar ışığında, uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
1- Sanığın eyleminin kamu görevlisini silahla basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralama suçunu mu yoksa taksirle nitelikli yaralama suçunu mu oluşturduğu;
Sanık …’ın Gazi Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümünde öğrenci olduğu, ablası …..ın ise İzmir Behçet Uz Çocuk Hastanesinde hekim olarak görev yaptığı, sanığın ablası …..ın olay tarihinden bir gün önce Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine giderek burada görevli olan asistan hekim arkadaşlarından annesinin sağlık sorunu ile ilgili olarak görüş aldığı, fikir alışverişinde bulunduğu hekimlerin bir de Endokrinoloji Bölümünden sorumlu olan katılan uzman Dr. … ile görüşmesini salık vermeleri üzerine Yeşim’in katılanla görüşmek üzere Endokrinoloji Servisine gittiği, katılan odasında hasta muayene ettiği sırada Yeşim’in servis personeliyle tartışmaya başladığı, tartışma seslerini duyması üzerine muayeneyi kesip dışarı çıkan katılanın, personelle tartışmaması hususunda Yeşim’i uyardığı ve randevu almadan kendisine bilgi veremeyeceğini söylediği, kendisine kaba davranıldığını düşünen Yeşim’in katılan hakkında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığına şikâyette bulunduğu, Hastanede yaşananları ablasından öğrenen ve olay tarihinde 23 yaşında olan sanık …’ın yanına askerden yeni dönmüş ve işsiz olan inceleme dışı sanık Rüstem Şahin’i de alarak olay günü sabah saatlerinde Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine gittiği, katılanın çalıştığı Endokrinoloji Servisini bularak Servis Sekreteri Hüseyin Uçan’dan katılanın nerede olduğunu, saat kaçta döneceğini ve Hastaneden çıkış saatlerini sorduğu, saat 17.45 sıralarında Hastane kafeteryasından çalıştığı servise dönen katılan ile sanık … ve yanındaki Rüstem’in merdivenlerde karşılaştıkları, Güneş’in katılana çarparak katılanın elindeki kola şişesini yere düşürdüğü ve katılanı iterek kavgayı başlattığı, kavga sırasında sanık … ile Rüstem’in olay tarihinde 39 yaşında bulunan ve İbni Sina Hastanesi Endokrinoloji Bölümü Başkanı olan katılanı alüminyum paspas sopası ile vurarak darbettikleri, katılanın kendisini savunmak için karşılık verdiği, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 30.11.2005 tarihli raporuna göre, katılanın vücudunda herhangi bir travmatik lezyon bulunmadığı, ancak meydana gelen kavgadan kaynaklı efor ve stresin katılanın kendisinde bulunan kalp-damar hastalığını aktive ederek katılanın kalp krizi geçirmesine neden olduğu, meydana gelen olay ile katılanda saptanan kalp krizi arasında illiyet bağı bulunduğu ve katılanın yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olacak şekilde yaralandığı olayda;
Sanığın katılanı vücudunda lezyon oluşturmayacak şekilde paspas sopasıyla darbetmesi sonucu meydana gelen yaralanmanın TCK’nın 86. maddesinin birinci fıkrası veya birinci fıkra ile birlikte üçüncü fıkra kapsamına giren bir yaralanma niteliğinde olmayıp, TCK’nın 86. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları kapsamında kalan bir yaralanma olması nedeniyle sanığın eyleminin TCK’nın 87. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde düzenlenen yaşamsal tehlikeye neden olacak şekilde kasten yaralama suçu kapsamında değerlendirilemeyeceği, yine sanığın kastettiğinden daha ağır ve başka bir netice olan katılanın kalp krizi geçirerek yaşamını tehlikeye sokacak şekilde yaralanması suçunun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceğini öngörmesine rağmen fiili işlediği, diğer bir deyişle nitelikli yaralama suçunun unsurlarının meydana gelmesini kabullenerek eylemine devam ettiğine ilişkin herhangi bir tespitin de yapılamaması karşısında sanığın katılanı olası kastla TCK’nun 87. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde düzenlenen nitelikli şekilde yaraladığından da söz edilemeyeceği, diğer tarafta ceza muhakemesinin amacının meydana gelen somut olayla ilgili maddî gerçeğe ulaşmak ve hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde olayın delillerle ispat edilmesini sağlamak olduğu, bu ispatın da hiçbir kuşku ve başka türlü oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olması gerekliliği göz önüne alındığında, katılanı olaydan önce tanımayan ve olay tarihinde 39 yaşında bulunan katılanın kalp-damar rahatsızlığı olduğuna ilişkin bilgi sahibi olduğu yönünde dosyaya yansıyan herhangi bir beyanı bulunmayan sanığın bilinçli taksirle hareket ettiğinden de bahsedilemeyeceği,
Bu cihetle, sanığın paspas sopası ile katılana vurma şeklinde tek fiil ile işlediği eyleminin;
a) TCK’nın 86. maddesinin ikinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının (c) ve (e) bentleri kapsamındaki kasten yaralama suçunu,
b) Paspas sopasıyla darbetme şeklindeki bir fiilin kalp krizi doğurmaya elverişli bir hareket olması, yaralama fiilinin taksirle de işlenebilen bir suç olması, sanığın olay tarihinde tartıştığı katılanı darbetmesi şeklindeki hareketinin iradi bir hareket olması, kalp krizi sonucu yaşamsal tehlikeye neden olacak nitelikteki yaralama neticesini istediğine dair bir tespitin yapılamaması ve hareketiyle katılanın kalp krizi geçirmesi sonucu arasında nedensellik bağının bulunması hususları ile Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü öğrencisi olan ve olay tarihi itibarıyla 23 yaşındaki sanığın yaşam tecrübesi ve eğitim düzeyi gözetilip ortak tecrübeler de dikkate alındığında, 39 yaşındaki bir kişinin paspas sopası ile darbedilmesi neticesinde kalp krizi sonucunun meydana gelebileceğinin öngörülebilir olduğu, sanığın ise öngörülebilir neticeyi öngörememesi nedeniyle eyleminin TCK’nın 89. maddesinin ikinci fıkrasının (e) bendi kapsamındaki taksirle bir kişinin yaşamsal tehlike geçirecek şekilde yaralanmasına neden olma suçunu oluşturduğu,
Bu durumda, sanığın paspas sopası ile katılanı yaralama şeklindeki tek olan fiilinin hem TCK’nın 86/2, 86/3-c-e maddelerinde düzenlenen ve 6 aydan 1 yıl 6 aya kadar hapis veya adli para cezası gerektiren kamu görevlisini silahla basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralama suçunu hem de aynı Kanun’un 89. maddesinin ikinci fıkrasının (e) bendinde düzenlenen ve 4 ay 15 günden 1 yıl 6 aya kadar hapis veya adli para cezası gerektiren taksirle nitelikli yaralama suçlarını oluşturması ve kişiyi yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle silahla basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde kasten yaralama suçu için öngörülen cezanın, sonucu bakımından ağır olan taksirle nitelikli yaralama suçu için öngörülen cezadan daha fazla olması karşısında; TCK’nın 44. maddesindeki farklı neviden fikri içtima hükmü de gözetilerek en ağır cezayı gerektiren TCK’nın 86/2, 86/3-c-e maddeleri kapsamındaki kasten yaralama suçundan TCK’nın 86/2 maddesi uyarınca belirlenecek olan temel cezanın, aynı Kanunun 86. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) ve (e) bentleri uyarınca yarı oranında artırılarak sanık hakkında mahkûmiyet hükmü kurulması gerektiği kabul edilmelidir.
2- Katılandan kaynaklanan haksız davranış bulunup bulunmadığı;
Bir numaralı uyuşmazlık konusunda anlatıldığı şekilde gerçekleşen olayda; sanığın ablası …..ın, katılanın sorumlu olduğu Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Endokrinoloji Servisine gelerek personelle tartışmaya girmesi, bu sırada hasta muayene eden katılanın tartışma seslerini duyup dışarı çıkarak sanığın ablasını ikaz etmesi, tıbbi görüş talebinde bulunan sanığın ablasına “Bölüm sorumlusu olduğunu, bu şekilde hareket edemeyeceğini, tıbbi bilgi istiyorsa randevu alması gerektiğini” söylemekten ibaret sözleri, her ne kadar sanığın ablası tarafından kadın bir meslektaşa yönelik kibar olmayan bir tutum olarak algılanmış ise de; katılanın bu davranışının TCK’nın 29. maddesi anlamında “haksız bir fiil” niteliğinde olmadığı ve sanık lehine “haksız tahrik” oluşturduğunun kabul edilemeyeceği, öte yandan sanığın Hastanede çarpıştığı katılanın kendisine hakaret ederek, tokat attığı yönündeki daha az ceza alabilmek için haksız tahrik hükmünden faydalanmaya yönelik savunmasına ise sanığın yüzünde herhangi bir darp cebir izi bulunmadığı yönündeki adli tıp raporu ve olayı gören tanıklardan kafeterya çalışanları …. ile……’nın beyanları ile doğrulanmaması nedeniyle de itibar edilemeyeceği, böylelikle katılandan kaynaklanan ve sanığa yönelen herhangi bir haksız fiil bulunmadığı anlaşılan olayda sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının oluşmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, sanığın eyleminin kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, silahla basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte hafif şekilde kasten yaralama suçunu oluşturduğunun ve sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının bulunmadığının gözetilmemesi isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmelidir.
Somut olayda sanığın eyleminin kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, silahla basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte hafif şekilde kasten yaralama suçunu oluşturduğu ve katılandan kaynaklanan, sanığa yönelen herhangi bir haksız fiil bulunmadığı, bu nedenle sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının mevcut olmadığı sonucuna ulaşıldığından, olası kastla yaralama suçundan hükmedilen kısa süreli hapis cezası ertelenen sanık hakkında TCK’nın 53. maddesinin uygulanmasında isabet bulunup bulunmadığının ve taksirli suçlarda haksız tahrik hükmünün uygulanıp uygulanmayacağının, ayrıca tartışılmasına gerek görülmemiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Ankara 19. Asliye Ceza Mahkemesinin 02.05.2017 tarihli ve 33-394 sayılı direnme kararına konu hükmünün,
A) Sanığın eyleminin kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle, silahla basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte hafif şekilde kasten yaralama suçunu oluşturduğunun,
B) Sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının bulunmadığının,
Gözetilmemesi isabetsizliklerinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 14.03.2019 tarihinde yapılan müzakerede her iki uyuşmazlık yönünden oy birliğiyle karar verildi.